"Biz çalarken, mülkiyet daha icat edilmemişti"
Çingene Atasözü

Sisteminiz Güncelleniyor

Teknolojik uygarlık; uygarlığın teknolojisi değil, teknolojinin uygarlığı.
Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisinin en alt basamağında yer alan wi-fi esprisi gerçeğin mizahi görünümü.
Her şey teknolojinin ihtiyaçlarına göre belirleniyor.
Her şey daha fazla teknoloji için.
Teknoloji mallarının yağmalanması, gıdanın yağmalanmasından daha fazla ilgi çekiyor.
Genetik Teknolojisi'nin yarattığı biyonik başakların sentetik vitamin eklenmiş, petrol fırınında pişen şeylerini yiyoruz.
İnsandan önce makineler ayak basıyor başka bir gezegene. Doğanın bekaretini makineler bozuyor.

Geri Dönüşüm: Dünyayı Kurtarmak

                                               
Gezegenimiz insanlığın savurganlığı ve açgözlülüğü yüzünden zor zamanlar yaşıyor. Kendi yarattığımız sorunlar ile boğuşuyoruz. Ancak, dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek hepimizin elinde. Her gün kullandığımız malzemeleri, çöpe atmak yerine geri dönüşüm yaparak dünyayı içine soktuğumuz beladan kurtarabiliriz. 

İşte bazı öneriler:



İkicilik ve Teknoloji

"...teknolojinin içindeki çirkin olan şeyi soyutlamak zordur. Ama teknoloji yalnızca nesneleri yapmaktadır ve nesneleri yapmak, doğası gereği çirkin bir şey olamaz; çünkü bu durumda, yine nesneleri yapan sanatlarda da güzelliğin var olması olanaksızdır. Aslında, teknolojinin kökünü oluşturan techne, sanat anlamına geliyordu. Antik Grekler kafalarında sanatı, imal etmekten ayırmamışlar, bu yüzden bunlar için asla ayrı sözcükler üretmemişlerdi.


"...teknolojinin içindeki çirkin olan şeyi soyutlamak zordur. Ama teknoloji yalnızca nesneleri yapmaktadır ve nesneleri yapmak, doğası gereği çirkin bir şey olamaz; çünkü bu durumda, yine nesneleri yapan sanatlarda da güzelliğin var olması olanaksızdır. Aslında, teknolojinin kökünü oluşturan techne, sanat anlamına geliyordu. Antik Grekler kafalarında sanatı, imal etmekten ayırmamışlar, bu yüzden bunlar için asla ayrı sözcükler üretmemişlerdi.

Gezi Parkı'ndaki Provokatör


       "Ben, Gezi Parkı'nda kanat çırpan kelebeğin Kızılay'da yarattığı fırtınayı istiyorum. Ben, kaos istiyorum."



Hoşgeldiniz barikata plaza çalışanları, devlet memurları, orta sınıf mensupları, endişeli modernler, kolejliler... Artık hepiniz marjinalsiniz. Polisin gözünde teröristsiniz.

Zaman Zaman


     Modern zaman, mekanik saattir.. Parçalara bölünmüş, birbirini takip eden, öngörülebilir ve birbirinin aynı dilimler... Asla sona ermeyecekmiş gibi görünür. Döner, döner.
     Modern zamanda her gün aynıdır, rakamlarla bölünmüştür. Modern zamanın saatinde alarm kurulabilir. Uyunacak, uyanılacak, çalışılacak ve sevişilecek anlar sayılarla belirlenmiştir. Rakamların peşinden koşar durur onun mahkumu.
     Post-modern zaman, dijital saattir. Bütünlüğü görülmez. Her an kendine özgüdür. Ama her gün tekrar eder. Sınırları vardır. Belirli bir limiti vardır. Her şey  bu limit içerisinde var olur. Var olabilecek olasılıklardan sadece bir kısmının gerçekleşmesine izin vardır. Eğer belirlenmişlerin dışına çıkarsa saat, bozulmuş olur. Ve elbette, o da alarmlıdır.
     Pre-modern zaman kum saatidir. Sona ereceği başladığı anda bellidir. Her anı orijinaldir, birbirinden farklıdır. Dönüp durmaz, akar. Ancak kullanıcısının iradesiyle yeniden başlatılabilir. Sürekli bir ölçüm halinde değildir. İhtiyaç anında vardır. Ve alarmlanamaz.

Modern ve post-modern saatler her yerde aynıdır. Özgün değil, bir örnektir. Seri üretimdir. Pre-modern saat özgündür. Kimi uzun, kimi kısa...

Schindler'in Diğer Listesi

     "Benim için çalışan insanları tanıdım... İnsanları tanıdığınızda, onlara karşı insanlar gibi davranırsınız"
     Oskar Schindler... Çekoslovakyalı NAZİ patron. Onu Schindler'in Listesi filminden tanıyor bugün hayatta olanlarımızdan çoğu. 
     Steven Spielberg'in en rağbet gören filmlerinden birininde gözyaşlarına boğdu hikayesi kimimizi. Bin yüz, rakamla 1100 Yahudiyi NAZİ katillerin elinden kurtaran kahramandı o. Yahudilerin 2. Musa'sı bir nevi... Kızıldeniz'i değil de, NAZİ karanlığını yarmıştı iyilikseverliği...
     Servetinin büyük kısmını NAZİ subaylarına rüşvet vererek kaybetmişti.  1100 Yahudi'yi kurtarmaktı niyeti. Adına çekilen filmin finalinde de yer aldı yine kendisi. Böyle geçti adı final sahnesinde Schindler'in Listesi filminin: "Bugün Polonya'da 4000'den daha az Yahudi yaşamaktadır. Schindler'in Yahudileri'nin sayısı ise 6000'den fazladır". Burayı bir başka istatistikçi Stalin'in, "Bir kişinin ölümü trajedi, milyonların ölümü istatistiktir" sözünü hatırlamak istemeden geçiyoruz...

Ferhad ile Mecnun

     Aşk üzerine bir sürü hikaye anlatırlar bize. Kimi deler dağları, kimi düşer çöllere. Efsaneye aslı sorulmaz ama, masalın aslı nedir diye de bakmalı bir kere. Nedir bize anlatılmayan, kitaplara yazılmayan öyküsü hikayenin diye...
     Ferhad'ı sorduk bir bilen'e, ve anlatsın dedik Mecnun'u bize. Öğrenelim nedir bu işin yalanı dolanı, gizlisi saklısı, aslı astarı...
     Ve bir bilen anlattı bize. Ferhad ile Şirin ve Leyla ile Mecnun kim diye...
     Bir bilenden dinliyoruz:

Bu Sefer Kime Vereceksin?

     Komik kıyafetli saray soytarıları senden oy istiyor. Kurallarını kendi koydukları bir oyuna seni davet ediyor. Eline yine tutuşturacaklar bir kağıt, ve bir sandık koyacaklar önüne. Sıkıştırmanı isteyecekler senden, geleceğini o sandığın içine. Hayallerini, umutlarını o sandığa gömecekler yine. Kovacaklar seni sonra oyundan, birkaç yıl sonra tekrar oynamak üzere.

     Bıkmadın mı bunca zaman, hep ebe olmaktan? Patronun suratından, devletin kuralından, bankanın kazığından bıkmadın mı bunca zaman? Oy verdiklerinin hangisinin patronu var? Hangisinin senin gibi, bankalara borcu var? O devlet dediğin asıl kimin için var? Bu zamana kadar seçtiklerinin sana ne faydası var? Peki bu sefer seçeceğinin, öncekilerden ne farkı var? Evinin kirasıyla, çocuğunun mamasıyla, yüreğinin yarasıyla hangisinin ilgisi var?

Yüzükler, Efendiler ve İktidarsızlık

     I. Filozof Kral

     Platon;" ya krallar filozof olmalı, ya da filozoflar kral" derken iktidarı elinde bulunduran kişi "iyi"  olursa iktidarın yönetilenler için de faydalı bir şey olacağını dile getiriyordu. Yani sorunu iktidarın kendisinde değil, onu kullanma biçiminde görüyordu. Halbuki cümlenin kendisi bile bir hata olduğunu fısıldıyor bize. Filozoflar kral olsaydı, artık filozof değil, kral olurlardı. Krallar filozof olsaydı eğer, muhtemelen krallıklarını bırakmak zorunda kalırlardı. Dolayısıyla önerme şuna benziyor: "ya ceylanlar ormanın kralı olmalı, ya da ormanın kralı (aslan) ceylan olmalı". Otlayan bir aslanla, avlanan bir ceylan...
      
     II. Yüzükler ve İktidar

     Artık bir kült haline gelmiş olan Yüzüklerin Efendisi yüzeysel de olsa, büyük bir kitle tarafından bilinir. Bir yüzük peşinde heba olan hayatlar... Hikayede yüzüğün efendisi oldukça "kötü" biridir. Yüzüğü de kötülüğünü yaymak üzere herkesi emri altına almak üzere kullanmaya çalışmaktadır. Bir grup "iyi" de yüzüğü yok etmeye çalışırlar. Yüzüğü ona karşı kullansalar, yüzüğün kendilerini de kötü yapacağına inanırlar. Çünkü sadece efendisine itaat etmektedir yüzük. Tolkien, belki kasten olmasa da, burada oldukça önemli bir noktaya değiniyor: iktidar. Yüzük, kötü birinin elinde olduğu için hep kötülüğe yol açmış. Ama iyi birinin elinde olsa da iyiliğe yol açamıyor. Çünkü zaten var olma sebebi kötülük. Kendine sahip olanı kontrolüne geçiren bir güç gizli içinde.

   

Homo-sapiens Hakları (Episode 2)

(ilk yazı için TIKLAYIN)

İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, 10 Aralık 1948 yılında Birleşmiş Milletler tarafından kabul edildi. Sen, ben, o, biz, siz, onlar; hepimiz için geçerli olduğu söylenen bildiriyi okuduğumuzda, dünya nüfusunun büyük bir bölümü için maddelerin hiçbir gerçekliğinin olmadığının farkına varıyoruz. Üzerinde UN yazan tanklarını ekmek yapmak için un taşımaya değil, strateji için trajedi yaratmaya gönderen Birleşmiş Milletler’den daha fazlası da beklenemezdi zaten...


Homo-sapiens Hakları (Episode 1)


İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, 10 Aralık 1948 yılında Birleşmiş Milletler tarafından kabul edildi. Sen, ben, o, biz, siz, onlar; hepimiz için geçerli olduğu söylenen bildiriyi okuduğumuzda, dünya nüfusunun büyük bir bölümü için maddelerin hiçbir gerçekliğinin olmadığının farkına varıyoruz. Üzerinde UN yazan tanklarını ekmek yapmak için un taşımaya değil, strateji için trajedi yaratmaya gönderen Birleşmiş Milletler’den daha fazlası da beklenemezdi zaten...


Amerika'yı Yeniden Keşfetmeye Gerek Yok

Çizdi batı sınırını Helen'den, ve dedi; doğudur ötesi.
Halbuki doğudur her neresiyse yeni günün göründüğü taraf ve batıdır her neresiyse karanlığın geldiği taraf. Böylece çaldı güneşimizi ve hapsetti kendini karanlığa. Ölüm daha trajiktir diye doğumdan, hep güneşin öldüğü tarafa göre yazıldı destanlar. Orada ölenler hep daha önemli oldu buradakilerden. Dünya orası oldu, orada aktı nehirler. Bu tarafta sanki yaşanmıyordu doğumlar ve ölümler. İpek taşındı oraya yollardan ve baharat. Karşılığında ölüm geldi o taraftan, ipekten zırhlar içinde, elinde kılıç, altında at. Doğudan da gitti oraya elbet atlılar, ama yazıldı kitaplara yalnızca batıdaki savaşlar. Onlar açtı çağları ve onlarla kapandı yine çağlar. Savaştılar kendi aralarında ama adına dediler dünya savaşı. Dünya onlarındı sadece ne de olsa, ya da onlardan dünyasıydı sadece yaşanan. Amerika'ya vardıklarında keşfettik dediler, öldürürken derisi kızılları orada. Sonra, "Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek yok" dediler bir şeyi tekrar ettiklerinde konuşurken. Onlar tarih yazıyorlardı, biz mezar taşı yazıyorduk keşfettiklerinde Amrika'yı. Kendi babalarının oğlunun doğumunun üzerinden 13 yüzyıl ve 92 yıl daha geçtiğinde gitmişlerdi halbuki oraya. Orada öldürdükleri ise oradaydı zaten daha onların tanrısı bile doğmadan. Ama sadece onlara doğar ya güneş, sadece onlar keşfederler o yüzden. Sanki keşfetmemiş gibi topraklarını aldıkları, onlardan önce o toprakları. İsimsiz diye onlardan önce keşfeden ve yuva bilen o toprakları, kendi adamlarının adını verdiler. America dediler oraya. Yeniden keşfeden kendileri değilmiş gibi, "yeniden keşfetmeye gerek yok" dediler. Doğudan gelindi oraya siz daha gitmeden batıdan. Tarihte tekerrür yok. Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek yok.

İnsan; Her Dilde


Dedi ki tanrı; “Var ol”
Oysa ki var olan demişti ilk; “Tanrı”.

Yürümeyi öğrenmeden evvel çift uzuv üstünde, konuşabiliyordu doğayla doğanın dilinde. Av olmak ya da avlanmak meselesinde, yaşadığı kadar değeri vardı doğanın gözünde.
Yine sağ kaldığı sabahlardan birinde; yere basmasına gerek kalmadığı zaman elleriyle, koparıp altında yattığı ağacın dalını, yarattı kendine ilk asasını. Güneş doğmadan önce takılıp düştüğü taşı alıp artık yere basmayan ellerine, yarattı tarihin ilk kurşununu. Tıkayıp dün düşüp çırpındığı derenin ağzını, yarattı kendine özel küçük okyanusunu. Toplayıp artık yere basmayan elleriyle sağın solun dikenli çalısını, kapadı mağaranın giriş kapısını ve yarattı başkasının giremediği yuvasını. Güneş doğup battıkça ve döndükçe dünya, değiştirdi içinde var olduğu gezegenin doğadan gelen yapısını.


sayın seyirciler