"Biz çalarken, mülkiyet daha icat edilmemişti"
Çingene Atasözü

İnsan; Her Dilde


Dedi ki tanrı; “Var ol”
Oysa ki var olan demişti ilk; “Tanrı”.

Yürümeyi öğrenmeden evvel çift uzuv üstünde, konuşabiliyordu doğayla doğanın dilinde. Av olmak ya da avlanmak meselesinde, yaşadığı kadar değeri vardı doğanın gözünde.
Yine sağ kaldığı sabahlardan birinde; yere basmasına gerek kalmadığı zaman elleriyle, koparıp altında yattığı ağacın dalını, yarattı kendine ilk asasını. Güneş doğmadan önce takılıp düştüğü taşı alıp artık yere basmayan ellerine, yarattı tarihin ilk kurşununu. Tıkayıp dün düşüp çırpındığı derenin ağzını, yarattı kendine özel küçük okyanusunu. Toplayıp artık yere basmayan elleriyle sağın solun dikenli çalısını, kapadı mağaranın giriş kapısını ve yarattı başkasının giremediği yuvasını. Güneş doğup battıkça ve döndükçe dünya, değiştirdi içinde var olduğu gezegenin doğadan gelen yapısını.




Daha sonra kendisine homosapiens denecek olan bu canlı; bilmese de en başta yuvarlak olduğunu, ayak izinden farklı izler bırakmaya başladı bu yuvarlak, mavi rengin hâkim olduğu, siyah boşluk içinde yüzen gezegen üzerinde.
Dünyanın kendi çevresindeki her turunda, doğadaki başka hiçbir şeye benzemeyen yapı(t)larla doldurdu yerin yüzünü, yeryüzünü. Adına tekerlek dediği yuvarlak cisimlerden araçlar yaptı yorulmadan gitmek için başka yerlere ve eskiden korkup kaçtığı ateşi misafir etti evinin içine. Kıran kırana mücadelelerin yerini avına yaklaşmasını bile gerektirmeyen aletler aldı. Nehirlerden ıslanmadan geçmenin yolunu buldu geçirerek yolları suyun üzerinden. Diyar diyar dolaşmayı bıraktı, sırf doyurmak için karnını, öğrenerek büyütmeyi sebze ve meyveleri evinin duvarının dibinde. Evinin duvarının dışına da duvarlar ördü sonra, korumak için kurduğu kendi küçük dünyasını kendinden olmayanlardan. Eskiden kaçtığı hayvanları geçirerek kontrolüne ve besleyip karşılığında sütünü, etini ya da hizmetini alarak onların, farklılaştırdı kendini kendisinin dışında kalan hayvanlardan. Eskiden sadece bir parçası olduğu doğanın sahibi oldu; ya da öyle sandı. Yönetmeye başladı güneşin doğuşundan, yağmurun ve karın yağışından, şimşeğin çakışından, denizin dalgalanışından ve yerin sarsılışından başka her şeyi.

Sonra doğaya karşı verdiği savaştan başka savaşlarda buldu kendini, kendine insan adını takan hayvan. Kurduğu şehirleri yaktı, ördüğü duvarları aştı. Diğer hayvanları avladığı gibi avlamaya başladı kendi gibi insan adını alanları. Kaçmasınlar diye bağlayıp hizmetine aldığı hayvanlar gibi, zincirlerle bağlayıp hizmetine aldı kendisi gibi insan olanları. İşte bu noktada evcilleştirdiklerinin yanında evcilliğini yitirdi insan adını alan. Hizmetine aldı kendisi gibi elleri yere basmayanları ve taşına dokunmadığı sarayların tümünü, toprağına dokunmadığı tarlaların tüm ürününü ve efendi olmanın tüm ününü yalnızca kendisi için aldı köle adını verdiğinin ellerinden.

Dünya döndükçe döndü, daha bilmese de üstünde yaşayanlar dünyanın döndüğünü.
Zamanı hapsetti insan kum dolu bir eğri şişenin içine. Yalnızca sırtını yere verip uzandığında dinlenmek için değil, gözünün görmediği yerleri görüp öğrenmek için baktı semaya insan. Karaların sınırlarını kara kara kalemlerle çizmekle kalmadı parşömenlere, papirüslere; yıldızların haritasını çıkardı insan. Ama yalnızca karaların denizle buluştuğu, nehirlerin vadiler oluşturduğu ve göllere kavuştuğu yerlere sınır demedi insan.
Kıtalar dolusu insanın bir avuç toprak için vuruştuğu, yiğitlerin bedeninin meydanlarda tutuştuğu, kılıç kalkan seslerinin feryatlara karıştığı yerleri de sınır belledi insan. Aynı gökyüzünün altında ve aynı güneşin sofrasında karşılaştı, düşmanlaştı insan. Yurdu dedi tüm dünya yerine sınırı belli bir avuç toprağa. Bir parça bezi bayrak diye dikip o bir avuç toprağa, esir etti toprağı o boyalı bez parçasına. Başka bayrakları çiğneyip kendi bayrağı adına; şeref dedi zorbalığın, zalimliğin adına.

Ra dedi, kral dedi, tanrı dedi, şah dedi kendi yarattığı putlara. Din dedi, yasa dedi, günah dedi, kanun dedi kendi koyduğu yasaklara. Öl dedi, öldür dedi, eğil dedi, sürün dedi bir avuç varsıl adına.

Güneş doğdu yine doğudan, battı yine batıdan ve bir sabah dedi ki insan: Dönüyor yuvarlak dünya güneşin etrafında.

"Geçti içimizden biri koca denizi,
Gide gide buldu bir kara,
Bir sürü insan koştu ardından,
Orada büyük şehirler kurdular,
Alın teri ve akılla.

Ama ekmek satılmadı eskisinden ucuza...

Bir makine icat etti içimizden biri,
Buhar çevirdi tekerleği onunla,
Fabrikalar türedi bir sürü ardından,
Başladı insanlar bu fabrikaları çalıştırmaya.

Ama ekmek satılmadı eskisinden ucuza...

Düşündü taşındı içimizden birçoğu, güneş ekseninde dönmesi üstüne dünyanın.
Bir sürü insan kafa yordu; insan yüreği, evrenin yasaları üstüne.
Havanın bileşimi, denizin balıkları üstüne kafa yordu bir sürü insan.
Bulundular önemli keşiflerde.

Ama ekmek satılmadı eskisinden ucuza..."


Dünya döndü güneşin etrafında…

Değişti insan ekmeğini, değiştirdi emeğini para adını verdiği putuyla. Teslim etti umudunu, teslim etti gururunu insan; teslim etti özgürlüğünü paraya.

Döndü dünya güneşin etrafında…

Yerleşti insan, dünyanın dört bir yanına. İndi arzın arşın arşın aşağısına ve bastı geceleri ışıldayan ayın toprağına ama sınırlar koydu nehrin öte yanındakiyle arasına. Ulaştı insan, sesinin bile ulaşamadığı hızlara. Konuştu bir kıtadan öbür kıtaya ve uçtu rüzgârın bile aşamadığı dağların üstünden ama geçemedi kendi çizdiği sınırın öte tarafına.

İnsan; anlaşırken kendi türünden bile olmayan canlıyla, anlaşamadı aynı dili konuştuğu insanla. Aynıyken mutluluğu, annesinin koynunda uyuyan bebeklerin; aynıyken acısı, yavrusunun hareketsiz bedenini kucaklayan annelerin; aynıyken gözyaşlarının tadı bir beyazın ya da kızılderilinin; aynı havayı soluduğunu anlayamadı insan, dilini anlamadığı birinin. Aynı kanı taşıdığını anlayamadı insan, kanını akıttığı kişinin.

Aynı kahkahayı atamayacağını sandı insan aynı dili konuşmadığı biriyle. Aynı dili konuşmadığı biriyle aynı şeye ağlayamayacağını sandı insan. Aynı ekmeği yiyemeyeceğini sandı insan aynı dili konuşmadığı biriyle. Aynı dili konuşmadığı biriyle aynı toprağa basamayacağını sandı insan.

Dünya dönmeye devam etti güneşin etrafında…

Ve…

Güneşin etrafında dönmeye devam edecek dünya…

Ve…

Fark edecek insan…

Anlamadığı dilin de güneşin doğacağını söylemek için var olduğunu, anlamadığı dilde de barışa yazılmış şarkılar olduğunu, anlamadığı dilde de yarından söz edilirken umudun konuşulduğunu, anlamadığı dilde de her dilden konuşulduğunu fark edecek insan.

Tüm dillerin her yerde aynı toprağı, aynı suyu, aynı havayı anlattığını fark edecek insan. Tüm dillerdeki en güzel kelimenin aynı şeyi anlattığını fark edecek insan. Tüm dillerde insanın özgür olabildiğince insan olduğunun anlatıldığını fark edecek insan.

Savaş tüm dillerden silindiği zaman, açlık tüm dillerden silindiği zaman ve özgürlük her dilde söylenebildiği zaman; her dilden şarkılar söyleyebilecek insan.

Her dilde insandan konuşulduğu zaman, her dilde konuşacak insan… 

Hiç yorum yok:

sayın seyirciler