"Biz çalarken, mülkiyet daha icat edilmemişti"
Çingene Atasözü

Ferhad ile Mecnun

     Aşk üzerine bir sürü hikaye anlatırlar bize. Kimi deler dağları, kimi düşer çöllere. Efsaneye aslı sorulmaz ama, masalın aslı nedir diye de bakmalı bir kere. Nedir bize anlatılmayan, kitaplara yazılmayan öyküsü hikayenin diye...
     Ferhad'ı sorduk bir bilen'e, ve anlatsın dedik Mecnun'u bize. Öğrenelim nedir bu işin yalanı dolanı, gizlisi saklısı, aslı astarı...
     Ve bir bilen anlattı bize. Ferhad ile Şirin ve Leyla ile Mecnun kim diye...
     Bir bilenden dinliyoruz:


     "Hikayenin nesillerden beri anlatılan bölümünde olduğu gibi, Azerbaycan'da Erzen kentinin kadın hükümdarı Mehmene Bânu, kız kardeşi Şirin için bir köşk yaptırmıştır ve köşkü süsleme işini o yörenin en usta süslemecisi Ferhad'a vermiştir. Ferhad, çalışırken Şirin'i görür ve ona âşık olur hemen. Ancak hükümdar, Ferhad'ı Şirin ile evlendirmek istemez. Engellemek için bu beraberliği, Ferhad'a başarılması güç bir iş verir. Amasya yakınlarındaki bir dağı delerek halka su getirecektir Ferhad. Hükümdar, Ferhad'ın bu işi başaramayacağını düşünürken, Ferhad çoktan işe koyulmuştur bile... Elinde kazmasıyla dağı kaza kaza işin sonuna yaklaşır...
   Ve işte aslında tam burada başlar efsane, burada başlar hikayenin anlatılmayan bölümü. Evet, tam burada başlar aslı masalın...
     Bütün aşkıyla işin başındayken Ferhad, dinlenmeye koyulur ve ateşini yakıp testisinden içer su. O sırada, uzaklardan bir ses duyar. "Su, bir yudum su"... Sesin geldiği yöne doğru bir bakar Ferhad. Ses çok derinden gelmektedir ona. "Su, su..." Testisini alıp ateşin başından kalkar ve yürür sesin geldiği yöne doğru. Az ileride bir karaltı görür; yere uzanmış, sürünmekte.  Hemen yanına koşar Ferhad ve varır su isteyen adamın yanına. Testisini açar açmaz bir damla su düşer yere. Adamın tam baş parmağının önüne. Yerden kaldırır başını adam, uzatır elini Ferhad'a. Ferhad da hemen elindeki testiyi uzatır susuzluktan harab olmuş bu zavallıya. Bitkinlikten titreyen elinden düşürmesin diye testiyi, ve ziyan olmasın diye bir testi dolusu su; Ferhad düşkün adamın elini kavrayarak içirir ona suyu. Yeniden hayat bulur düşkün. Gözleri parlar ve bakar Ferhad'a ışıl ışıl. `Sağol` der, `ben Mecnun`.
    Ferhad taşır Mecnun'u omzunda ve götürür ateşin başına. Çıkınından çıkarır yeni avlanmış taze bir tavşan, ve koyar onu ateşe. Pişmesini beklerlerken etin, Ferhad sorar Mecnun'a sakince: `Hayırdır, seni buraya getiren ne?` Bir yudum daha su içer Mecnun, kaldırır düşmüş başını hafifçe: `Leyla'yı ararım çorakta. Çöllerde gezer oldum nice. Ya sen ne yaparsın bu dağın köşesinde?` Ferhad cevap verir kızarmakta olan eti çevirirken eliyle: `Ben de delmekteyim bu dağı, kavuşmak için Şirin'e`. Bir süre bakar iki aşık birbirine. Aşkı görürler birbirlerinin gözlerinde.
    İki aşık, iki güzelin peşinde... Biri deler dağları, biri düşer çöllere. Ne büyük cilvedir ki o, kader getirir ikisini de bir ateşin dibine. Konuşur aşıklar aşka dair, o derin karanlık boyunca:
`Leyla diye düştüm yola, rastladım bir aşığa`.`Şirin diye deldim dağı, rast geldim bir Mecnun'a`. Kah sual eder Ferhad, kah sorar Mecnun Ferhad'a.
     Ağarmadan evvel gün, soğur iyice hava. Ne ateş yanmaktadır artık, ne de vardır etrafta bir çalıyla bir kuru sopa. Ve çekilir iki aşık, bir ağacın kovuğuna.
     Güneş vurur yüzlerine, ve uyanır aşıklar. Önce bir bakarlar etrafa. Sonra ellerine, ve ayaklarına... Ne çarık kalmış Mecnun'da, ne de bir hırka var Ferhad'da..."
     Bir bilen durur burada, ve bir soluk alır derinden. "İşte böyle der, sonra ikisi de kavuşamaz ne Şirin'e, ne Leyla'ya. Ama niye kavuşamazlar, orası bir muamma."
    Derler ki Ferhad hançerlemiştir kendini. Ve derler ki Mecnun tanımamıştır artık, görünce Leyla'yı. Ama aşk aranıp da bulunmaz ki, çıkıverir karşına.
   Anlatmaz burayı büyükler bize. Efsaneyi yazarken bakmazlar ki sahisine...
   Sonunda ne mi olur peki gerçekte? Ne Leyla kalır geriye, ne Şirin durur yerinde. Sevişirken ertesi gece, geberip gider Farhad Mecnun ile. Cesetleri bulunur dağın dibinde. Son kazmayı vuramadan, aşık olmuştır Ferhad bambaşka birine...

Hiç yorum yok:

sayın seyirciler